Hümanistik piskolojinin liderlerinden olan Amerikalı bir psikolog olan Carl Rogers, yarım asrı aşkın bir zamanda geliştirdiği fikirlerini yansıtan bir yaşam sürdürmüştür. Hem birey, hem de iş insanı olarak kesintisiz denetleyen bir birey olmuş, başkalaşıma karşı büyük bir sarihlik göstermiş ve bilinmezi araştırma cesareti sergilemiştir. İlk gençlik senelerinde yazdığı yazılarında Rogers, aile etrafını yakın ve sıcak […]
Hümanistik piskolojinin liderlerinden olan Amerikalı bir psikolog olan Carl Rogers, yarım asrı aşkın bir zamanda geliştirdiği fikirlerini yansıtan bir yaşam sürdürmüştür. Hem birey, hem de iş insanı olarak kesintisiz denetleyen bir birey olmuş, başkalaşıma karşı büyük bir sarihlik göstermiş ve bilinmezi araştırma cesareti sergilemiştir. İlk gençlik senelerinde yazdığı yazılarında Rogers, aile etrafını yakın ve sıcak ilişkiler ile nitelendirmiş ve aynı zamanda katı dini standartların bulunduğunu vurgulamıştır.
Çocukluğu oldukça yalnız geçmiş ve sosyal alaka alanları yerine eğitimle alakalı mevzulara yönelmiştir. Üniversite senelerinde alaka alanı tarımdan tarihe kaymıştır. Daha sonra dini mevzulara yönelmiş ve son olarak psikoloji alanında kendini bulmuştur.
1964’te Carl Rogers, insan ilişkilerindeki marifetlerini geliştirmenin yollarını arayan bir grup birey ile California Western Behavioral Sciences Institute Batı Tutum Bilimleri Enstitüsü’nde çalışmalar yapmıştır. Rogers yaşamının özellikle son 15 senesinde liderler, siyasetçiler ve birbiri arasında çatışma yaşanan gruplarla çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarda Fert Merkezli Yaklaşımı uygulamıştır. En büyük ideali olan gruplar arası gerginliğin eksiltilmesi mevzusunda çalışmalar yapmıştır. Dünya barışı için gösterdiği mücadeleler Nobel Barış Mükâfatına aday gösterilmesine imkân sağlamıştır.
Rogers, psikoterapideki hümanist hareketin başlatılıp geliştirilmesine liderlik etmiştir. Yaptığı araştırmalar ile psikolojinin bir hayli alanlarına tesir ederek, dünya çapında nam kazanmıştır. Carl Rogers’ın teorisindeki en ehemmiyetli mevzu; suçlamadan dinlemenin ve danışanın olduğu gibi kabul edilmesinin gerektiğini vurgulamasıdır. Öte yandan danışanları kendi yaşantıları mevzusunda konuşmaya cesaretlendirmiştir. Bir teori aynı zamanda teoricisinin kendi yaşantısından da izler taşır. Bu nedenle Rogers’ın İleri sürdüğü görüşler aynı zamanda kendi yaşamını da yansıtmaktadır.
Teorinin gelişimi ile insanlara dinlediği güven ve görüştüğü her şahısla anlamlı ilişkiler kurma mevzusunda mücadeleler sarf etmiştir. Hiçbir zaman sahteliğe kaçmamıştır. Güçlü konumlar üstlenmekten çekinmemiştir ve profesyonel kariyeri ile alakalı olarak statükoyu denetlemekten korkmayan bir şahsiyet ortaya koymuştur.
1987’de düşerek kalça kemiğinin kırılmasının ardından, zaferli bir operasyon geçirmiş olmasına karşın kalbi bu operasyona sabredememiş ve gözlerini yaşama yummuştur.